1776 yılında, Almanya’nın Ingolstadt kentinde, Hukuk Profesörü Adam Weishaupt ve Baron von Knigge’nin diğerlerinin yardımıyla kurduğu gizli bir topluluk. Bazılarına göre İlluminati “Aydınlanmış olanlar” anlamına gelmektedir.1
Topluluğun kuruluş amacı cehalet, baskıcılık ve kilisenin doğmalarıyla mücadele etmekti. Her ne kadar asıl amaç, aydınlanarak dinsel dogmalardan uzak, hür düşünceyi ve Newtoncu pozitif bilimin önünü açmak idiyse de gizli siyasi amaçları olduğu öne sürülerek dünya siyaset tarihinin, belki de zaman içinde üzerine en fazla komplo teorisi üretilmiş topluluğu halini almıştır.2
Karşı devrimci ve gerici çevrelerin Fransız Devrimi’nden günümüze kadar hastalıklı bir ilgi gösterdiği Illuminati, yaklaşık iki asır boyunca komplo teorilerinin oluşumu ve şekillenmesinde tuhaf bir rol oynadı.
Bu tuhaflık başlıca iki nedenden dolayı ortaya çıkmıştı. Birincisi, İllüminati’nin örgütsel yapısı sadece 10 küsur yıl sürmüştü ve aradan geçen yaklaşık iki asır bu kısa dönemi tartışmak için hayli uzun bir zamandı. İkincisi, İllüminati hakkındaki rivayetlerin hepsi tescillikaçıkların ya da karşıdevrimci çevrelerin yaydığı mesnetsiz iddialaradayanmaktaydı ve söz konusu rivayetlerle kanıtlar arasında ters bir orantı mevcuttu.
Yıllar boyunca İlluminati hakkında bilinenler, örgütün 22 Haziran 1784 tarihinde Bavyera’da yasaklanmasından sonra ele geçirilen evrakından ve örgütün kurucusu Adam Weishaupt’un kaleme aldığı yazılardan ibaret kalmıştı. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından İlluminati ile ilgili birçok belge Sovyetler Birliği’ne götürüldü. Söz konusu belgeler daha sonra Demokratik Almanya Cumhuriyeti’ne gonderildi. Günümüzde bu belgeler ve daha sonra bulunanlar araştırmacıların incelemesine açılmıştır. Yine konuyla ilgili olarak savaş sırasında zarar goren arşivler zamanla tekrar düzenlendi. Dolayısıyla artık İlluminati hakkında pek çok şey bilinmektedir ve bunların arasında, örgütün dünya çapında bir
komplo peşinde olduğu yolundaki iddiaları doğrulayan hiç bir şey yer almamamaktadır. Ama komplo teorisyenleri, bu durumu sessizlikle geçiştirmeyi ve söz konusu evraklarda iddialarını doğrulayacak herhangi bir şeyin yer almamasını örgütün güya karanlık emelleri, gücü ve gizliliğiyle açıklamayı
tercih etmektedir. Kanıtın olmaması, onlara göre karşı karşıya olunan komplonun vehametini göstermektedir.
İlluminati hakkındaki komplo iddiaları
İlk kez bir yanlış anlamanın çevresinde şekillenmişti. Marquis de Luchet’in 1788 yılında, Paris’te yayımladığı Essai sur la secte des Illumines (İllumines Tarikatı Hakkında Bir Deneme) başlıklı broşürde “Aydınlanmışlar”adında, dünyayı karıştırmayı hedefleyen gizemci bir tarikattan söz ediliyordu. Buradaki “Aydınlanmışlar” kelimesinin Masonluktaki gizemci eğilimleri anlatmak için kullanılmasına rağmen, zamanla Luchet’nin aslında İlluminati’yi kastettiği inanışı yayılacaktı.
Almanya’da karşıdevrimci Eudamonia Gazetesi’nde, 1796 yılında yayımlanan Uber Gewalt der Unsichtbaren Brüder (Görünmeyen Biraderlerin Kudreti) başlıklı yazıda aynı suçlamalar şöyle sıralanıyordu: “Bu iğrenç çetenin amaçları tahtları ve mihrabı devirmek, ahlakı mahvetmek, toplumsal düzeni ortadan kaldırmak, dini ortadan kaldırmak ve anarşiyihakim kılmaktır.”
Günümüzde tarihçiler, İlluminati’nin komplo teorisyenlerinin anlattıklarıyla ilgisi olmayan bir örgüt olduğunu kanıtlamıştır. Ortaya çıkan örgüte ilişkin belgeler bütün bu akıldışı iddiaları
çürütmektedir. Ama gerek İlluminati’nin tarihini, gerekse örgüt hakkında ortaya atılan iddiaları incelemek, komplo teorilerinin nasıl işlediğini anlamak açısından son derece önemlidir.
İlluminati’nin Kuruluşu ve Güçlenmesi
18. yüzyılda coğrafi bir bölgenin de adı olan Almanya’daki Bavyera Elektor Prensliği Katoliklik için son derece önemliydi. Karşı Reformasyon Bavyera’yı merkez olarak seçmişti. Katolik Kilisesi, burayı Protestan Almanya’nın yeniden “fethi” için üs olarak kullanma eğilimindeydi. Sonunda bu fetih gerçekleşmedi ama burada çıkan kıvılcım yüzünden Fransa’nın, Danimarka’nın, İsveç ve Habsburglar’ın İspanya ile Avusturya kollarının da katıldığı Otuz Yıl Savaşları çıktı. Prusya ile Voltaire’in deyişiyle “Artık ne kutsal ne Romalı ne de imparatorluk olan” Avusturya arasında bunalan Bavyera’da Maximilian III. Joseph, Katolik Kilisesi’ne karşı zafer elde etmiş ve hem saraya hem de
kiliseye ilişkin konularda reformlara girişmişti. Bu reformların sonucu olarak Münih Cizvit Bilimler Akademisi’ndeki hegemonyası kalktı ve burada dışarıdan gelen Protestan eğitimciler işbaşı etti. Bütün bu girişimler hem komşu devletler hem deKatolik Kilisesi’nce ilgiyle izleniyordu. İlluminati örgütünün kurucusu olan Adam Weishaup 6 Şubat 1748 tarihinde Ingolstadt’da doğdu. Weishaupt’un Cizvit olan babası aynı şehirdeki üniversitede görevliydi.
Weishaupt, eğitimini Diderot, Moliere ve çağdaşı birçok Aydınlanmacı gibi, Cizvitlerin arasında tamamladı. 25 yaşındayken Vaftiz Babası Johann Adam von Ickstatt’in yönlendirmesiyle Ingolstadt Üniversitesi’nde göreve başladı.
Ickstatt, eğitim alanında Cizvitlere karşı reformları gerçekleştirmeye çalışıyordu.Bu tarihten sonra Weishaupt’un meslek yaşamına Cizvitlerle yaşadığı fikir ayrılıkları damgasını vuracaktı.
1768′de felsefe doktoru, 1772 yılında da hukuk profesörü oldu. Cizvitliğin yasaklanması üzerine, üniversitede kilise hukukuyla ilgili profesörlük de Weishaupt’a verildi. Weishaupt bu görevi 1785 yılına kadar sürdürecekti.
Söz konusu profesörlüğü 90 yıldır ellerinde tutan Cizvitler, Ickstatt’in adamı olarak gördükleri Weishaupt’un görevi kabul etmesinden ve Aydınlanmacı fikirleri başarıyla öğrencilere aktarmasından dolayı öfke içindeydi. Weishaupt’un görüşlerini hala koruyan Cizvitler başta olmak üzere, Aydınlanma düşmanı gerici akımlardan kopuşu vebunlara karşı mücadele için militan ve mücadeleci bir gizli dernek kurmaya karar vermesi bu dönemde gerçekleşti. Nitekim, 1 Mayıs 1776 tarihinde
Perfectibilis (Yetkinler) örgütünü kurdu. Örgüt kısa bir zaman içinde “İlluminati” yani “Aydınlananlar” ismini alacaktı. Weishaupt, 1790 yılında kaleme aldığı bir yazıda, örgütün kuruluşuna Gülhaçlar'ın Burghausen’da bir şube açarak Ingolstadt’taki öğrencilerin arasında faaliyet yürütmeye başlamasınınneden olduğunu ifade eder.
Weishaupt, bu gizli cemiyetin simya ve benzeri saçmalıklarına karşı tek başına mücadele edemeyeceğini anlayarak örgüt kurmayakarar vermişti.
Weishaupt, 1774 ile 1775 yılları arasında Aydınlanma düşüncesi ve Masonlukla ilgilenmeye başlamıştı. Ama Masonluğa kabul edildiği 1777 yılından kısa bir süre sonra Masonluğun Aydınlanma mücadelesi için fazla gizemci ve kullanışsız olduğunu anladı. Belki de bu yüzden, Münih’te girdiği locada fazla etkin olmamıştı. Weishaupt, bu çevrelerle ilişki kurmasına neden olan Bay H’nin Protestan olduğunu ve Ingolstadt’a 1774 yılında geldiğini söylemektedir.
Bu sırada, Münih’teki bir başka locada işler İlluminati için iyi gitmeye başlamıştı. Yeni hükümdar Karl Theodor’un da girmesiyle birlikte, adını St. Theodor von Guten Rath olarak değiştiren locanın başında, ünlü Aydınlanmacı Friedrich Nicolai’ın “bütün hurafelerin amansız düşmanı” diye övdüğü Ferdinand Maria Baader vardı. Weishauptun yakın arkadaşı Zwackh, Baader’i örgütlemeyi ve locayı İlluminati’nin gizli merkeziyapmayı başardı. Baader’in sayesinde İlluminati, Münih Bilimler Akademisi ileSansür Kurulu’na etki etmeyi başarabildi.
St. Theodor von Guten Rath Locası 1780 yılından itibaren çevre bölgelerde, aslında İlluminati’nin şubesi olarak calışan kardeş localar örgütlemeye başlayacaktı. İlluminati’nin tarihinde önemli bir rol oynayacak olan Knigge de bu locaların sayesinde örgütlendi.
Adolph Freiherr von Knigge 1772 yılında Masonluğa kabul edilmişti. 1779′da Strikten Observanz’a üye oldu ama burada reform önerilerinin dikkate alınmaması yüzünden hayal kırıklığına uğradı. Knigge’nin 1780 yılında İlluminati’ye üye oluşu, gerçek anlamda bir dönüm noktası teşkil etti. Knigge’nin başarıları sayesinde örgüt daha öncesiyle kıyaslanamayacak bir güce kavuşacaktı. Knigge, kişisel gayret ve becerileriyle kısa zamanda 500′den fazla eğitimli, sözü geçen önemli insanı üye
yaptı.
16 Temmuz ile 1 Eylül 1782 tarihleri arasında, Wilhelmsbad’ta toplanan Mason Konvanı, Strikten Observanz’ın çözülmesiyle doğan boşluğu doldurmak amacıyla hızla harekete geçen İlluminati için büyük bir örgütlenme şansı sağladı. Toplantıda Knigge ve Wetzlar Locası Üstadı Franz Dietrich von Ditfurth, İlluminati’yi temsil ediyordu. Knigge, Aralık 1780′de Weishaupt’a yazdığı bir mektupta Strikten Observanz’ın dolandırıcılarla dolduğunu belirterek düzenlenecek bir toplantıda örgütlü ve planlı davranılırsa ileride bütün Masonluğu yönetmenin mümkün olduğunu söylüyordu. Bir başka mektupta da Knigge, böylelikle yeniden biçimlendirilmiş Masonluğun İlluminati’nin müdahalesiyle aydınlanmış dünyaya bağlanacağını ileri sürüyordu.
Knigge’nin örgütlediği StriktenObservanz’in üst düzey yöneticilerinin sayesinde, Wilhelmsbad Konvansiyonu’nda lluminati, rahatlıkla istediği sonuçları aldı. Konvansiyondan sonra, aralarında Johann Joachim Christoph Bode’nin de yer aldığı çok sayıda önemli kişi İllüminati’ye katıldı. Wilhemsbad Konvansiyonu’nun toplandığı tarihte Avusturya’daki Yahudilerin özgürlüklerine kavuşması da komplo teorisyenlerinin bu toplantıya özel bir önem vermesine yol açtı.
Kuruluşunda dar bir çevreyi hedefleyen İlluminati’nin orgüt yapısı konvansiyondan sonra başlayan üye akını karşısında zorlanmaya başladı. Aslında bu zorlanma yeni bir şey değildi. Wilhelmsbad Konvansiyonu’nda önemli bir rol oynayan Knigge’nin sayesinde İlluminati bir süredir hazm edebileceğinden daha hızlı bir biçimde üye kazanıyordu.
O döneme kadar Bavyera’nın dışında pektanınmayan İlluminati, kısa zamanda Fransa, Belçika, Hollanda, Danimarka, İsveç, Polonya, Macaristan ve İtalya’ya yayıldı. Örgütün Münih’in dışındaki önemli merkezleri Mainz ile Bonn idi. Ditfurth, yüksek adli mercilere ulaşmanın çok kolay olduğu Wetzlar’da üye kabul ediyordu. İlluminati adlı kurumların dışnda Bavyera Sansür Kurulu ve Bilimler Akademisi’nde de örgütlenmişti. Bu örgütlenmeler o kadar etkiliydi ki Bavyera’da yıllarca Cizvitlik yanlısı ya da Aydınlanma karşıtı herhangi bir eser yayımlanamayacaktı.
İlluminati’nin Tarihe ve Siyasete Bakışı
18. yüzyılın ikinci yarısında, Aydınlanma düşüncesinin alışılmışın dışında köktenci yorumları belirmeye başlamıştı. Rousseau’yla başlayan ve D’Holbach’la devam eden bu sürecin çok belirgin aktörlerinden birisi de İlluminati oldu.
Adam Weishaupt, sistemli bir felsefi görüş içeren ve İlluminati’nin ideolojik yapısını belirleyen bir eser kaleme almamıştı. Weishaupt’un fikirlerine yön veren en önemli olgu, onun tarihe bakışıydı. Bu bakış açısına göre belli bir yerden başlayıp belli bir yere doğru ilerleyen tarihe müdahale İlluminati üyelerinden gelecekti.
Bu tarih anlayışı uygarlığın ilk evresinde bütün insanların masum, özgür ve eşit olduğu fikrine dayanıyordu. Bu dönemde kurulan tek sosyal yapı aileydi ve insanlık ancak temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek durumdaydı. Daha sonraları insanların ve ihtiyaçlarının çoğalması, özel mülkiyetin ortaya cikışı nedeniyle eşitlik ve özgürlükler zedelenmeye başlamiştı. Uygarlığın bu ikinci aşamasında insanlar özgürlüklerini korumaya devam ediyordu gerçi ama artık zayıflar güçlülerin egemenliği altına girmeye başlamıştı. Buaşamada insanlık milliyetçilik ve benzeri akımların yüzünden sayısız kabilelere, milletlere bölünecekti. Bu durum bireysel egoizmin toplumsal alanda ortaya çıkışı anlamına geliyordu. Artık özgürlük ve eşitlik ortadan kalkmaya ve insanlar köleleşmeye başlamıştı. Bu olumsuz gelişmenin sonunda krallar, ülkelerini kendi ozel mülkleri gibi görmeye başlayarak savaşlara girişmiş ve köleliği savunur hale gelmişti. Krallar, dünyevi despotlar ve uygarlık, tıpkı kilise bürokrasisinin, dinsel despotizmin ve teokrasinin İsa Peygamber’in öğretisini bozması gibi, insanın doğal halini bozmuştu. Hiristiyanlığın temel öğretileri Masonluk sayesinde korunmuş ve aklın aydınlanması sayesinde bu öğretiler tekrar gün yüzü görmüştü. Ama Masonluk, zamanla kişisel çıkarlar, gösterişli törenler, dereceler ve simyacılık gibi şeylerden dolayı bu öğretilerden uzaklaşmıştı.
Sanayi ve bilimin gelişmesi özgürlük icin açılan yeni alanlan müjdeliyordu. Bu yeni durum, krallann tepkisine neden olsa da insan ruhunda bir devrimi beraberinde getirecekti. Bu devriminsayesinde de dünya tarihinde yeni bir dönem başlayacaktı. Son aşamada, Aydınlanmacı bir örgütün faaliyetleri sayesinde, eşitsizlikle esaret eşitlik ve özgürlüğe dönüşecekti. Aklı ve ahlakı yalnizca seçilmiş ve akılla aydınlanmış insanlar kurtarabilirdi. Böylelikle akılla yönetilen; devletlerin, kralların, zümrelerin olmadığı bir dünyakurulacaktı. Ama bu değişim devrimle değil, şiddetin kullanılmadığı reformların sayesinde gerçekleşecekti. Tarihin mekanizmasını harekete geçiren şiddet değil, akıl ve erdemin sistemli ve sessiz gelişmesiydi. Weishaupt’a göre devrim, insanların hırsları nedeniyle meseleleri olumlu yönde etkileyemezdi. Bilgeliğin zorlamaya ihtiyacı yoktu.
Görüldüğü gibi İlluminati’nin asıl amacı, uzun vadeli bir plan çerçevesinde devlet ve kilise içindeki kritik mevkileri ele geçirerek erdemin ve aklın iktidannı kurmaktı. Bunun için öngördüğü yöntem, tıpkı diğer Aydınlanmacılar gibi, eğiterek yoneticileri Aydınlanma ideallerine kazanmaktı. İlluminati’nin bilgelik okullarının sayesinde hükümdarlar ve uluslar şiddet kullanmadan ortadan kalkacak, bütün insanlık tek bir aileolacak ve diinya yalnızca akıllı insanların var olduğu bir yer haline
gelecekti.
Weishaupt’un yazdığı mektuplarda okuduğunu söylediği ve yeni üyelere önerdiği kitaplar orgütün siyasal çizgisinin anlaşılmasına yardımcı olacaktır. Bunların arasında Helvetius, D’Holbach, Montaigne ve Locke ile Rousseau’dan etkilendiği bilinen Johann Bern-hard Basedow gibi düşünürler, Adam Smith ve James Stuart gibi iktisatçılar yer alıyordu.
Başlangıçta İlluminati, neredeyse sadece öğrencilerin arasında ve son derece yavaş örgütleniyordu. Genç ve şekillendirilebilir üyelerin kazanılmasına, bunların eğitimle dönüştürülmesine ve toplumda etkili pozisyonlar kazanmasına önem veriliyordu. Gençleri kapsamlı bir eğitim sürecinin ardından Aydınlanma’nın değerlerine uygun bir hale getirmeyi hedefleyen Weishaupt, 1778 yılında Hertel ve Zwackh’a yazdığı bir mektupta, 40 yaşın üzerindekilerin gençlerden eğitim almak istemediğini, bu yiizden daha genç insanları üye yapmayı hedeflemeleri gerektiğini söylüyordu.
Weishaupt’un bu düşünceleri, eğitimin Aydınlanma Çağı icin neredeyse bir fetiş olduğu düşünüldüğünde, son derece doğaldır. Kurucusu da bir eğitmen olan İlluminati, dönemin bu önemli eğiliminden fazlasıyla etkilenmişti. Johann Heinrich Pestalozzi ve Christian Gotthilf Salzman gibi Aydınlanma Çağı’nın önde gelen pedagoglarının İllüminati üyesi olması eğitime verilen önemin bir kanıtıdır. Weishaupt’un tarih felsefesi ve fikirlerinde Jean-Jacques Rousseau’nun belirgin bir etkisi vardı.
Weishaupt, vaftiz babası Ickstatt’in kütüphanesindeki eserlerden tanıdığı Fransız Aydınlanmacıların sayesinde Katolik Kilisesi’ne karşı çıkışının teorik alt yapısını hazırlamıştı. Rousseau’nun fikirleri Weishaupt’un dışındaki Alman Aydınlanmacıları da önemli ölçüde etkilemişti. Örneğin Pestalozzi, Rousseau’nun eğitim anlayışından o kadar çok etkilenmişti ki ders programını düzenlerken onun Entile isimli yapıtını örnek almıştı.
İlluminati’nin kadınlara bakışı da kendi dönemindeki genel eğilimden etkilenmişti. Kadınları örgüte almayan İlluminati, bu konuda diğer Aydınlanmacılar gibi düşünüyordu. Insan doğasından toplumsal iş bölümüne kadar birçok alanda sosyal-ekonomik eşitsizliğini ortaya koyan Aydınlanmacı düşünürler, kadın meselesinde kendi çağlarının ön yargılarını paylaşıyordu.
Pek fazla bilinmemekle birlikte, İlluminati’nin de tıpkı Strikten Observanz gibi, Amerika’da bir koloni kurma ütopyası vardı. Iki örgütlenmenin arasındaki farklılıklar doğal olarak ütopyalara da yansımıştı. Von Hund ve arkadaşları sadece soylulardan oluşan bir koloni kurmayı hedeflemişti. Oysa İlluminati’nin ütopyası birlikte calışılan, kutlamaların ortak olduğu bir tür komündü. Koloninin ekonomisi tarıma ve zanaatkarlığa dayanacaktı. Kolonide, ayrıca yeni kuşaklann yetiştirildiği bir okul, matbaa ve kitaplık yer alacaktı. 1780 yılında bazı üyeler Kuzey Amerika’ya gitmişti. Konuyla ilgili bir başka bilgi de soruşturmalar sırasında örgüt aleyhine ifade veren Maendl’in soyledikleridir.
Ona göre İIluminati Kuzey Amerika’da sınıfsız ve doğayla uyum içinde bir koloni kurma niyetindeydi. Hatta Weishaupt’un yakalanmaktan ve suikasttan korktuğu dönemlerde Amerika’ya kaçmayı düşündüğünü de söylemiştir.
18. yüzyıldaki Aydınlanma düşüncesini benimseyen monarşik siyasal iktidarlar “aydınlanmış despot” kavramının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Rus Çariçesi Yekaterina, Habsburglar adına Avusturya’yı yöneten Joseph II ile Prusya’yı yoneten Büyük Friedrich “aydınlanmış despot”a verilecek en iyi örnektir.
Sistemi reformlarla düzeltmeyi hedefleyen Aydınlanmacılar için aydınlanmış despotlarla ilişki
kurmak son derece yaygın bir yöntemdi. Bu türden bir ilişki türü İlluminati’nin tarihinde mevcuttur. Örgütiçi yazışmalarda sıkça ifade edildiği gibi, İlluminati’nin asıl amacı devrim değil, sistemin reformlarla düzeltilmesiydi. Aydınlanmış monarkları mükemmelleştirmek için mücadele ediyorlardı. Ama buna rağmen İlluminati’nin kendisini yalnızca aydınlanmadan etkilenmiş hükümdarlara oğüt vermekle sınırlamadığı ve kurumlara örgütlü bir biçimde nüfuz ederek buralardaki etkinliğini Aydınlanma’nın yerleşmesi için kullanmıştır. Bunun nedeni, İlluminati’nin hedeflerinin benzerlerine göre daha köktenci olmasıdır. Gotha Dükü Ernst II Weishauptun yazdiklarının onu bir prens olarak beynindenvurulmuşa döndürdüğünü ama bir insan olarak biitiin kalbini kazandığını söylüyordu. Prens olarak düzeni korumak zorundaydı ama insan olarak orgütün soylediklerinin doğru olduğuna inanıyordu. Bu yiizden toplumsal konumuna rağmen uzun vadede prensliği tasfiye etmeyi planlayan orgütün içinde yer almayı tercih etmişti.
İlluminati, politik mücadeleyi öne çıkarması nedeniyle diğer Aydınlanma girişimlerinden ayrılıyordu. Condillac, Helvetius ve Holbach ile uyumlu radikal bir materyalizmi savunan Weishaupt’un devlet ve toplum hakkındaki düşünceleri yeni değildi ama gizli bir cemiyetin eliyle bunları pratiğe geçirmeye çalışması yeniydi. Öte yandan, Weishaupt’un devrim hakkındaki fikirleri İlluminati ile Fransız Devrimi arasında olduğu iddia edilen ilişkileri imkansızlaştırmaktadır. Onların amacı, daha çok Aydınlanma mücadelesinin politikleştirilmesiyle sınırlıydı.
İlluminati’nin Örgütlenmeye Bakışı
İlluminati’nin üye sayısının en fazla 1400 civannda olduğu tahmin edilmektedir. Bir karşılaştırma için, 1656/7 ile 1787 yılları arasında Gülhaç Teşkilatı’nın 5856 üyesi olduğunu belirtmek gerekiyor. 1750-1800 yıllarında 433 Alman okuma topluluğunun 12 bin 600 üyesi vardı. 1737 ile 1789 yılları arasında Alman Mason localarının 27 bin üyesi vardı. Görüldüğü gibi, İlluminati aslında tabanı mali gücü sınırlı burjuva ve soylulardan oluşan ufak bir orgüttü. Etkisinin nedeni sımsıkı ve politik bir örgüt olmasıydı.
İlluminati üyesi din adamları Mason localarındaki meslektaşlanndan daha alt diizeydeydi. Bu dönemde toplumdaki sınıflaşma ruhban kesimine de yansıyordu. Ruhban kesiminin alt kademeleri çoğunlukla köy kökenli ve halka yakın kişilerdi. Yukarıya doğru çıktıkça hem bu durum hem de yaşam biçimleri değişiyordu. Kiliseye ait yüksek makamlar soylulann arpalığı haline gelmişti. Bu tür yerlerde görev almak için, 17. yüzyıla kadar büyükanneve büyükbabaların soyluluklarının tescili gerekirken zamanla 17 atanın, yani büyükanne ve biiyiikbabalann anne ve babaların, daha sonra 32 atanın da soyluluğunun tescil edilmesi istenecekti.
Weishaupt, örgütünü Aydınlanma’nın ileri cephesi olarak görüyor ve burjuvaların arasinda örgütlenmeye önem veriyordu. İlluminati’nin üyelerinin yarıya yakını Masondu. Bu yüzden illuminati’yi Masonluk içinde güç toplayan ama ondan kesin sınırlarla aynlmış, hatta rakibi sayılabilecek bir kuruluş saymak gerekir.
Weishaupt’a göre örgüt, Aydınlanma’nınideallerini gerçekleştirmek, yeryüzündeki despotlukları ortadan kaldırmak, eşitlik ve özgürlüğü sağlamak ve insanlık tarihini doğayla uyumlu olarak insanın mükemmelleşmesinin tarihi haline getirmek için en onemli araçtı. Zaten onu diğer Aydınlanmacılardan farklı kılan da sürekli olarak örgütü öne çıkarmasıydı.
Onun tarih felsefesi, örgütün varlığını meşrulaştırmaya yönelikti. Weishaupt, herkesi köleleştiren hükümdarlıkları yıkmak ve insanları özgürleştirmekle görevli gizli orgiitlerin gelmekte olan akıl çağının doğumuna yardım ettiğini söylüyordu.
İlluminati için katı bir disiplin ve üstlere kayıtsız şartsız itaat şarttı. Sadece en üstteki üyelerden oluşan “Aeropag” ve Weishaupt, örgütün ne yapmak istediğini, gücünü, hatta üyelerin kişisel ozelliklerini tam olarak biliyordu. Örgüt hiyerarşisinde yiikseliş tamamen Weishaupt’un kontrolü altındaydı.
Örgütte gizlilik kurallarına titizlikle uyuluyordu. Bir törenin ardından İlluminati’ye üye olan hemen bir kod adı alıyordu. Yeni üye, yaşamın o ana kadarki bölümünü; ekonomik, siyasal ve toplumsal bütün ilişkilerini yazılı olarak örgüte bildiriyordu. Aynca her üye, belli dönemlerde üst kademedeki üyeye durumuyla ilgili olarak rapor veriyor, ondan talimatlar alıyordu. Kullandığı yöntem her ne kadar Katolik Kilisesindeki giinah çıkarmayı andırsa da İlluminati özeleştiriyi ilk olarak kurumsallaştıran örgütlerden birisiydi.
Örgütiçi yazışmalarda kullanılan şifrelerin ve üyelerin coğunun kod adları günümüzde bilinmektedir. Örneğin Weishaupt’un kod adı Spartakus idi. Orgütiçi yazışmalarda Münih, Atina, Regensburg, Korinth, Ingolstadt, Efes, Viyana, Roma, Freising Theben, Landsberg Megara, Straubing Memphis ve Burghausen Menea olarak geçiyordu. Ayrıca örgüt, yazışmalannda farklı bir takvim sistemi kullanmaktaydı. Sasani Kralı III. Yezdigerd’in 630 yılında tahta çıkışını başlangıç olarak alan takvimin yılı 365 günden oluşuyordu. Sasani dönemine ait ay isimleri kullanilan takvim 21 Martta başlıyordu. Buna göre örneğin 1148 yılı, 21 Mart 1778 ile 20 Mart 1779 arasındaki dönemi temsil ediyordu.
Bu dönemde örgütlenme şeması da son derece basitti. Her üye, öncelikle “Noviziat”, “Minerva” ve “Kleiner Illuminat” isimli üç aşamalı bir yetiştirme döneminden geçtikten sonra İlluminati’nin yöneticilerinin arasına katılıyordu. Bu dönemde üyelerin eğitimi ve dönüştürülmesi örgüt için çok önemliydi. Örgüt, çeşitli sırlara sahip olduğu iddia edilen ve kendi içinde ikiye ayrılan bir kesimce
yönetiliyordu. Küçük sırlara sahip olanlar “Peder” ve “Hükümdar Naibi” diye adlandırılıyordu. Biiyiik sırlara sahip olduğu iddia edilen ve pratikte örgütü yönetenlerin rütbeleri ise “Büyücüler” ve “Krallar” diye ikiye aynlmıştı. Bu tuhaf adlandırmalar illuminati’nin Aydınlanmacı görüşlerinden ve amaçlarından vaz geçtiği anlamına gelmiyordu. Tamamen yeni üyeler bulmaya yönelik bu girişim aslında son derece yaratıcı ve başarılıydı. Kusursuz gibi görünen bu yöntemin zaafı mükemmelliyetçiliğiydi.
Örgüt çok yavaş genişliyor ve iddialarına uygun bir faaliyet gösteremiyordu. Öte yandan, üye sayısı sınırlı örgütte üst dereceler aslında boştu. Weishaupt’un mükemmelliyetçiliği yüzünden örgütün üst kademelerinde yalnızca o ve birkaç arkadaşı yer alıyordu. Knigge ile başlayan hızlı gelişme Weishaupt’u hazırlıksız yakalamıştı. Yavaş gelişen bir öğrenci örgütlenmesi için yeterli sayılabilecek olan hazırlıklar yeni dönemin ihtiyaçlarını karşılayamamıştı. Örneğin yıllar boyunca localarda çalışan Masonları örgütün en alt noktasından başlatmak pratikte sorun yaratıyordu. Orgüte giren üyeler bir süre sonra üstlerini tanımak ve yukarı derecelere ait bilgilere sahip olmak istiyordu. Bu durum Weishaupt’u telaşlandırdı, çünkü ortada üyelere sunulabilecek ne bilgi ne hiyerarşi ne de örgüt vardı. Bir süre sonra gizlilik ortüsü de bu eksikliği saklayamaz hale geldi.
Aslında Knigge’nin kendisi de localardaki geçmişinden dolayı, örgüte üst derecelerden girmeyi diişünmüş ama bu derecelerin var olmadığını öğrenince çok şaşırmıştı. Mason localarında örgütlenmek ve oradan gelen üyelerin geçişlerini kolaylaştırmak için, örgütün derecelendirme sisteminde revizyona gitmek gerekiyordu. Weishaupt’un ricası üzerine bu işi üstlenen Knigge, sorunu Masonluktaki sembolleri ve dereceleri benimseyerek aşmayı denedi. Böylelikle Mason localanndan Illuminati’ye geçişler hem kolaylaşacak hem de hızlanacaktı. Bu yüzden Masonluktan İlluminati’ye geçenler için yeni örgütsel aşamalar icat edildi. Ama bu durum, bir süre sonra başka sorunlara yol açtı. Yeni gelen ve örgüt içinde hızla yükselen üyelerle başta Weishaupt olmak üzere eski üyelerin arasında gerilim ortaya çıkmıştı. Knigge’nin ileri derecelerdeki Masonları ve diğer Strikten Observanz üyelerini alarak örgütsel hiyerarşide ilerletmesi ve bu durumun Wilhelmsbad’tan sonra ivme kazanması Weishaupt’un hoşuna gitmiyordu.
İlluminati İçinde Fikir Ayrılıkları
Yavaş yavaş uç vermeye başlayan tartışmalara derinlemesine bakıldığında Weishaupt ile Knigge’nin arasındaki asıl ayrımın politik alanda olduğu görülecektir.
Weishaupt, insanları olduğu gibi kabul etmeyi değil, onları degiştirmeyi hedefliyordu. 1778 yılında Zwackh’a yazdığı bir mektupta çalışkan, az bilen ama öğrenmeye istekli insanların örgütlenmesinin daha kolay olduğunu, bir şeyler bilen insanlara gururları yüzünden yeni şeyler öğretmenin zor olduğunu ifade ediyordu.
Knigge ise öncelikle toplum içinde etkisi ve gücü olan insanların örgütlenmesi gerektiğini düşünüyordu. Knigge, Weishaupt’un örgütlenme hakkındaki fikirlerinin kurulması hedeflenen toplumun ilkeleriyle bağdaşmadığını düşünüyordu. Örgüt kurucularının sürekli denetim altında olmasının gizli bir örgütte çok onemli olduğunu düşünen Knigge, yonetimi Cumhuriyetçi bir devlet yönetimine benzetmeye çalıştı. Merkeziyetçi bir orgütte despotik bir gücün, kontrol edilmediği takdirde kolaylıkla suistimallere yönelebileceği kanısındaydı.
Weishaupt ile Knigge’nin Mason localanna bakışları da farklıydı. Knigge, İlluminati aracılığıyla Strikten Observanz içinde bir temizlik harekatı gerçekleştirmeyi ve Masonlukta reformu hedeflemişti. Weishaupt ise içinde faaliyet yürüttükleri Mason localarının yan örgütlenmeler olmasını ve İlluminati’nin amaçlarına uygun olmayan Masonlann bu localarda kalmasını istiyordu.
Otoriter yönetim tarzına itiraz eden Knigge, Zwackh’a yazdığı mektuplarda, Weishaupt’un Cizvit kökeninin etkisinden kurtulamadığını ileri sürüyordu. “Cizvitlik” suçlaması son derece önemliydi. Birincisi Cizvitlik Aydınlanmacı çevrelerde hakaret olarak kabul ediliyordu ve Knigge’nin bu kelimeyi kullanması orgütiçi tartışmanın boyutlarını gösteriyordu. İkinci olarak söz konusu suçlama, aradaki tartışmanın içeriği hakkında da önemli ipuçları taşıyordu.
Aynı dönemde İlluminati ve Weishaupt, yaygın bir biçimde Cizvitler gibi davranmakla suçlanıyordu. Örneğin 1796 yılında, karşıdevrimci Euddmonia’da yayımlanan bir makalede, Cizvitlerin yaptıkları ve etkileri hatırlatılarak aynı türden bir kuruluşun farklı bir isimle ama aynı yöntemlerle bu kez de İlluminati adıyla faaliyet gösterdiği söyleniyordu.
Günümüzde de bazı araştırmacılar, İlluminati’nin örgütlenmesinde Cizvitliğe çok benzeyen motiflerin var olduğunu söylemektedir. Örneğin Johannes Rogalla von Bieberstein, Weishaupt’un düşlediği militan mücadelenin askeri bir hiyerarşiye göre örgütlenen Cizvitlerden etkilendiğini söyler. Martin Flüssel ise Cizvitlerle illuminati’nin arasındaki benzerliklerin yalnızca örgütlenmeyle sınırlı olmadığını öne sürer. Flüssel’e göre bu benzerliklerin arasında eğitim ve kader anlayışı gibi konular da vardır. Flüssel* onemli noktalara dikkati çekse de Cizvitlerin esas olarak Reformasyon’a olan tepkiyi ifade ettiğini gözden kaçırmaktadır.
16. yüzyıl boyunca Protestanlarla mücadele eden Cizvitlerin kader anlayışı esas olarak Calvinciliğe
bir tepki olarak biçimlenmişti. Calvincilik kilisenin endüljans satmasını ve para karşılığı günahları affetmesini bir yozIaşma sayıyordu. Onlara göre insanın cennete mi yoksa cehenneme mi gideceğini belirleyen alın yazısıydı. Kilisenin yaptıklarının ya da yapacaklarının hiçbir önemi yoktu. Cizvitlerin
kurucusu Loyola, bir kişinin kaderi yazmadığı sürece ilahi kurtuluşa ulaşamayacağı
her ne kadar doğru olsa da bu konuda çok dikkatli olmayı ve kader konusunu konuşmamayı öneriyordu.
Ona göre her şeyi kadere havale eden “zehirli öğretiler” insanların dini özgür iradeleriyle mücadele etmelerini engellemekteydi. Kaldı ki Cizvitlerin itaatkarlık ve disiplinleri Calvincilerin örgütlenmelerini de andırıyordu.
Knigge’nin örgütün üst kademelerine yönelik olarak yazdığı bir genelgede 1783 yılında Heidelberg’te bir kongre düzenlenmesini onermesi, çekişmenin büyümesine neden oldu. Knigge, örgütün yönetiminin seçilen bir kurula devredilmesi gerektiğini savunuyordu. Böylelikle orgütün kurucusu ve o zamana kadar tartışılmaz bir biçimde en üst yöneticisi olan Weishaupt’un durumu değişecekti.
Knigge’nin bir diğer önerisi de örgütlenme biçimiyle ilgiliydi. Eski yapı ve hiyerarşi modeli, Strikten Observanz’in çözülmesiyle birlikte İlluminati’ye katılan yeni üyelerin istihdamına yetmiyordu. Yapı düzeltilmeli ve her şey kurallara bağlı hale getirilmeliydi.
Knigge’nin bu üyelerin üzerindeki etkisi göz önünde tutulduğunda, her iki önerinin de sadece demokratik kaygılarla ilgili olmadığı ve Weishaupt’un tasfiyesi anlamına geldiği açıktı. Weishaupt, kendisine ve yönetimine yönelen tehdidin farkındaydı. Knigge, kendisine gösterilen güveni kötüye kullanmış ve yönetimden pay ister hale gelmişti.
Bu dönemde Johann Joachim Christoph Bode’nin ismi öne çıkmaya başlamıştı. Helmstedt’te müzikle ilgilenirken Fransızca ve İngilizce öğrenen Bode, karısının olümünden sonra gittiği Hamburg’ta önce lisan ve müzik öğretmeni olarak çalışmış, sonra da tercümanlık ve gazetecilikle uğraşmıştı. Daha sonra kitapçılığa başlayan Bode’nin çevresinde Aydınlanma’nın ünlü şairlerinden Gotthold Ephraim Lessing ve tanınmış Masonlardan Friedrich Ludwig Schroder gibi simalar vardı.
Bode, Şubat 1761′de Hamburg’ta Mason olmuştu. Aynı yıl locasının yöneticiliğine getirildi. Bode’nin locası 1765 yılında Strikten Observanz’ın kurallarını kabul etti. Böylelikle Strikten Observanz igin diğer localardan katılım paylarını toplayan ve finans işlerine bakan Bode, görevi gereği bütün localarda tanındı ve Strikten Observanz’i yöneten gruba dahil oldu.
Bode, İlluminati’ye girdikten sonra Masonluktan kalan ilişkilerini kullanarak kısa zamanda Weimar, Gotha, Jena, Rudolstadt, Erfurt, Meiningen, Dresden, Leipzig, Berlin, Hamburg, Bremen, Lübeck gibi yerlerde örgütlenmeyi tamamladı. Weimar’da örgüte ünlü şair Johann Wolfgang von Goethe, hamisi Dük Karl August ve Johann Gottfried Herder katıldı. İlluminati’nin faaliyetlerinde önemli bir yeri olan Gotha §ehrinin yöneticisi Dük Ernst de örgüte üyeydi. Erfurt ve bir üniversite şehri olan Jena’da da illuminati’nin örgütlenme çalışmaları başarılı sonuçlar vermişti. Bu esnada örgütün yönetimini elinden kaçırmamak için saldırıya geçen Weishaupt’un karşısında bunalan Knigge, bir uzlaşma zemini aramaya başladı. 1784 Şubatında Weimar’a gelip Bode, Dük Ernst II. ve Weimar’daki diğer üyelerle gorüştü. Bode, daha sonra Weimar’daki bu goriişmeler hakkında yazdığı raporda Knigge’in lehine ifadeler kullanacaktı.
Aslında Bode’nin İlluminati’nin örgütlenmesi konusundaki gorüşleri eskiden beri Knigge’ninkilere benziyordu. Bode “bazı insanlara” değil, örgütün kanunlarına boyun eğilmesi gerektiğini düşünüyordu. Raporda Weishaupt eleştirilmekte, Knigge’nin iddialarının önemi ve gerekliliği üzerinde durulmaktadır. Buna göre eğer Knigge’nin önerdiği Heidelberg toplantısı Weishaupt’un da katılımıyla gerçekleşseydi işler bu kadar kötüye gitmeyecekti. Ama bütün bunlara rağmen Bode, gelinen noktada Knigge’nin örgütten aynlmasının daha iyi olacağını düşünmekteydi.
Sonunda Knigge üyelikten aynldı. Tartışmada Bode’nin hakemliğini kabul eden Weishaupt’un mutlak önderliği de zedelenmişti. Örgütün yönetimini Stolberg-Rossla Kontu Johann Martin teslim aldı. Dük Ernst II., Weishaupt ile bir uzlaşma ararken Bode, Weishaupt’tan giderek daha fazla uzaklaşıyordu.
Bu esnada basında başlayan saldırı kampanyası ve ardından gelen soruşturma, Weishaupt için zor günlerin haberini veriyordu. Bode tek çıkar yolun daha fazla gizlilik ve Knigge ile Weishaupt’u hem her türlü etkinlikten hem de örgütten uzak tutmak olduğunu düşündü. Weishaupt’un yönetimi pratikte son bulmuştu.
İlluminati Hakkında Soruşturma Açılması
İlluminati toplumsal bir tabana sahip olmadığı için, çevresindeki siyasal dalgalanmalardan kolay etkileniyordu. Bu yüzden örgütün çözülme sürecini anlamak için, dönemin Bavyerası’ndaki politik sahneyi bilmekte yarar var.
Avusturya’daki Kutsal Roma Germen İmparatoru Joseph II (1741-1790) Aydınlanmış Despotların arasında en ilericisi olarak kabul ediliyordu. “karşı devrimci” diye anılan Joseph H.’nin serfliğin kaldırılması, gümrük tarifelerinin indirilmesi, idari mekanizmanın düzeltilmesi türünden yenilikleri Fransız Devrimi’nden önce Avrupa’da görülen en geniş çaplı reformlar olmuştu. Joseph II., Avrupa’nın en gelişmiş ceza ve medeni kanununu hazırlattı. Kanun karşısında herkesin eşit olduğu ilkesi ilk kez onun sayesinde uygulandı. Joseph II., Kilisenin gücünün devletçe yasaklanması gerektiğine inanıyordu. 1781 yılında Hoşgörü Fermanı’nı yayımlayarak farklı dinsel inançları da yasa önünde Katoliklerle eşit kıldı. Wilhelmsbad Konvanı’nın toplandığı 1782 yılında bu yasadan Yahudiler de yararlanmaya başlayacaktı. Joseph II., piskoposların papayla görüşmesini kısıtladı, 700′den fazla manastırı kapattı ve 36 bin keşişin bağlı olduğu tarikattan ayrılmasını sağladı. Vatikan’ın örgütlenmesine ciddi darbeler vuran bu durum karşısında Papa VI. Pius, 1782 yılında bizzat Viyana’ya giderek durumu diizeltmeye çalışacaktı.
Joseph II., Avusturya’nın Almanya içindeki konumunu güçlendirmek, bunun için de Avusturya Felemenki’ni Bavyera ile değiştirmek istiyordu. Bunun için Pfalz Elektorü Karl Theodor ile Aşağı Bavyera ve Mindelheim’in Avusturya’ya bırakılmasını öngören bir anlaşma imzalamayı planlamıştı. Pfalz Elektörü Karl Theodor, Bavyera Elektorü Maximilian III. Joseph’in cocuk sahibi olmadan ölmesiyle birlikte, Wittelsbach Hanedanı’nın Bavyera kolunun sona ermesi üzerine tahta geçmişti.
Karl Theodor, üzerinde hüküm sürdüğü topraklarda bir yabancı olmaktan kurtulamadığı ve yasal varisi olmayan evlilik dışı çocuklarına Joseph II.’nin prens ünvanı vermesini istediği icin bu planı el altından destekliyordu. Karl Theodor’un niyeti Avusturya Flemenki’ni alarak Burgonya Kralı olabilmekti. Bu gelişme üzerine Prusya Kralı Friedrich II., Avusturya’ya savaş ilan etti ve Bohemya’ya girdi. 1785 yılında ise Joseph H’ye karşı Fürstenbund’u kurdu. Joseph H’nin Bavyera ile Avusturya Flemenki’ni değiştirme projesine karşı çıkan Bavyeralılar ise “Bavyeralı Yurtseverler” adı altında faaliyet yürütüyordu. Ruhban kesim de Bavyera piskoposlarını Alman metropolitlerin yerine doğrudan papaya bağlamak istiyordu.
İlluminati bu kuvvetlerin birbirleriyle miicadele ettiği bir dönemde yasaklandı. Yasaklanma sürecinin Joseph Marius Babo’nun 1784 sonbahanında kaleme aldığı “Ueber Freymaurer Erste Warnung”
(Masonluk Üzerine İlk Uyarı) başlıklı yazıyla başladığını kabul etmek gerekiyor.
Yazdığı şovalye romanlan ve komik hikayelerle tanınan Babo’nun yazısının başlattığı tartışma giderek tırmanacaktı. Babo, yazısında, şehirdeki bütün İlluminati üyelerinin de üyesi olduğu St. Theodor Zum Guten RathLocası’na saldırıyordu.
Satır aralarında İlluminati’nin Habsburglarla ilişkili olduğuna dair imalara yer veren Babo, ikinci bir yazıda örgüt üyelerinin isimlerini açıklayacağını da ima etti. Weishaupt, Habsburglarla ilişki iddiasını sert bir biçimde reddetmişti. Buna rağmen İlluminati’nin Joseph II.’nin planını desteklemiş olması muhtemeldir.
Bavyera’da bazı üyelerin örgütten bu nedenle aynldığı biliniyor. Bu durum İlluminati’nin söz konusu projeyi savunduğu tezini güçlendirmektedir. Nitekim örgütün eski üyelerinden Joseph von Utzschneider’in iddiaları bu konuda aydınlatıcıdır. Utzschneider, İlluminati üyelerinin değişim planına yardım için kendisinden bazı yazışmalar hakkında bilgi edinmesini istemeleri üzerine Ocak 1784 tarihinde örgütten ayrılmış ve konuyla ilgili girişimleri Karl Theodor’un Kuzeni Maria Anna von Pfalz-Sulzbach’a bildirmişti. Ünlü araştırmacı Richard van Dulmen, Babo’nun yazısının Bavyeralı yurtseverlerin bir ürünü olduğunu düşünmektedir. Bu durumda İlluminati’nin söz konusu plan içinde bir rolü olduğu tezini güçlendirmektedir.
Bavyera’da izin alınmadan kurulmuş olan bütün dernek ve cemiyetler 22 Haziran 1784 tarihinde yasaklandı. 1785 yılında çıkan ikinci yasaklama karannda Mason locaları ile İlluminati’nin isimleri doğrudan belirtiliyordu. Yöneltilen suçlama vatan hainliği ve din düşmanlığıydı.
Bu yasakla birlikte İlluminati’ye yönelik baskın ve aramalar başladı. Örgütün ele geçirilen bütün evrakları yayımlandı. Aslında İlluminati’nin hedefleri ve üye sayısı göz önünde tutulduğunda, çıkartılan gürültü bir hayli abartılıydı. İşin bu boyuta gelmesinin nedeni farklıydı. İlluminati kendisini birdenbire çekişme halindeki kuvvetlerin arasında bulmuştu. Prusya Elçiliği, konuyla ilgili bir raporunda, Karl Theodor’un bu tahkikatı toprak değişiminde politik avantaja çevirmek istediği tespitini ifade ediyordu. Papa Pius Vl.’nın da meseleyle ilgilenmesi ve Freising Piskoposluğu’ndan gözlerini açmalarını istemesi bu nedenleydi. İlluminati’yle ilgili bilgilerin toplanarak bir an önce Roma’ya gönderilmesini isteyen Papa Pius VI., 1785 yılındaki iki mektubunda İlluminati üyeliği ile Katolikinancının bağdaşmadığını ifade edecekti.
Gelişmeler üzerine Weishaupt Regensburg’a kaçtı, burada bütün gücüyle orgütünü korumaya çalıştı. Bunun icin en iyi yolun açığa çıkmak olduğuna karar vererek yazılar yazmaya başladı.İlluminati üyeleri, Regensburg’ta bir okuma topluluğunun içinde faaliyet göstererek saldırı dalgasının geri çekilmesini bekledi.
Weishaupt, Avusturya için çalıştıklarını, vatan haini ve ateist olduklarını söyleyen Babo’nun yazısını ayak takımını kışkırtmak için Kilisenin yazdırdığını ileri sürüyordu.
Weishaupt’a göre Prusya ile birlikte hareket eden Zweibrücke Sarayı da işin içindeydi. 1785 Şubatında Weishaupt, iizerinde örgüt üyelerinin isimlerinin yer aldığı bir kağıdın Münih’te elden ele dolaştığını haber aldı. Sonradan ortaya çıkarılan bu liste bazı eksikler içeriyorsa da Karl Theodor’un soruşturmayı derinleştirmesi için yeterliydi. Listede Münih Sarayı’nda ve devlet yönetim kademelerinde görevli birçok kişinin isimleri yer alıyordu. İlluminati’nin
yasaklanmasıyla ilgili kararnamede şöyle deniyordu: “Bu kişiler toplantılarında
dine, devlete ve hükümete karşı en korkunç entrikaları planlamayı alışkanlık
haline getirmiştir. Konuşmaları ve gizlice basıp dağıttıkları onur kırıcı
yazılarıyla igrenç sistemlerini yaymak icin ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Bu kişiler kutsal dinimize, kilisemizin ayinlerine ve bunlarla ilgili her şeye
kara çalmakta, dinimizi bütünüyle ortadan kaldırmak istemekte, kabul ettikleri ilkelere bağlı kalarak bu ve benzeri kötü amaçlarına ulaşmak için her türlü aracı kullanmaktadır.”
Karl Theodor, Mayıs 1787 ‘de Regensburg, Freising, Eichstatt ve Passau piskoposluklanndan illuminati’ye yönelik tutuklamalar için gerekli tedbirleri almalarını istedi.
Bavyera’da kurulan mahkemelere ulaştırılan ihbarların yanısıra sorgulara rağmen büyük bir takip olmadı. En büyük cezayı görevlerini kaybeden ve bazıları sürülen devlet memurları almış oldu. Karl Theodor, birçok İlluminati üyesinin pişmanlık ve sadakatlerini ilan etmesini yeterli bulmuştu. İlluminati hakkındaki yasakların katı bir biçimde uygulanmaması, Karl Theodor’un da değişim meselesine olumlu yaklaşımı hatırlandığında, son derece anlamlıdır.
Münih’te İlluminati’ye savaş açanların arasında, kendisi de eski bir İlluminati iiyesi olan Carl von Eckartshausen’in çevresinde toplanan karşıdevrimci bir grup da vardı. Eckerthausen , 1791 yılında yazdığı kitapta prensleri ve Kiliseyi Aydınlanma tehlikesine karşı uyarmaya çalışmıştı.
15 Kasım 1790 tarihinde Karl Theodor, İlluminati’nin toplantılara devam ettiğine dikkati çekerek yeni bir talimat yayımladı ve devlet görevlilerinden, öğretmenierden ve ruhban sınıfından hala komplolarla uğraştığı ileri sürülen İlluminati’ye karşı dikkatli olunmasını istedi. Bütün görevliler İlluminati’yle ilgilerinin olmadığına dair yemin edecekti. Rejimin dikkati bu dönemde kiliseye yoğunlaştı. Kutsal Konsey üyelerinin arasında İlluminati’ye karşı yeterli kararlılık göstermediğinden şüphelenilenler süresiz olarak görevlerinden uzaklaştırıldı.
Illuminati’nin Çöküşü
Fransız Devrimi sonrasında Miinih’te ve özelikle de Güney Almanya’da İlluminati’ye karşı duyulan korku ileri bir boyuta varmıştı. Masonlar ve İlluminati’yi Aydınlanma ve devrim karşıtı basın, devrimci düşüncelerin asıl hazırlayıcısı olmakla suçladı.
Devrim korkusu hızla yayılıyordu. 1785 yılında Joseph II. de toplumdan ilerici ve Aydınlanmacı bir despotun karşılayabileceğinden daha ileri talepler gelmeye başlaması üzerine, Mason localarını yasaklama yoluna gitti. Aynı dönemde Trier (1783), Düsseldorf (1794), Stefa (1795), SiebenbUrgen (1798), Koln (1792) ve Erfurt’taki (1795) okuma gruplan da yasaklandı. Mesele sadece İlluminati ile sınırlı değildi; gericiliğin genel bir saldırısı söz konusuydu.
İlluminati’nin gelen baskılara karşı koyması mümkün değildi. Kitle bağlarının olmaması yüzünden İlluminati’nin disiplin iddiaları aslında boş kalmıştı. Söz konusu disiplin sadece sınırlı bir çekirdek için geçerliydi. Böyle sınırlı bir orgütlenmenin, etrafındaki büyük güçlerin kapışmasından etkilenmemesi ya da kendisine yönelik saldırıları geri püskürtebilmesi mümkün değildi. Öyle de oldu. Kendisini bir anda büyük bir komplonun içinde bulan örgütün en üst düzey yöneticileri bile geri adım atmak zorunda kaldı.
Örgütte çözülmeler başlamıştı. 1785 yılında Stolberg-Rossla Kontu Johann Martin, örgütün faaliyetlerini askıya aldı. Weishaupt bu dönemde saklandığı Regensburg’ta İlluminati ve felsefeyle ilgili ceşitli yazılar kaleme alıyordu. 1786 yılında kendisini giivende hissetmediği için, Viyana’ya gitti. Ama burada umduğu gibi bir iş bulamadı. Hakkında birçok suçlamanın yöneltildiği
Regensburg’a geri döndiü. Çabaları boşunaydı. Yakalanması için, Münih’ten sürekli
olarak baskı yapılıyordu. Sonunda Weishaupt, 1787′de Gotha’ya kaçtı.
Bu kez Bode ve Dük Ernst II., örgütün yönetiminde söz sahibi olmuştu. Bir süre sonra Dük Ernst II. yönetimden çekildi. Tek başına kalan Bode’nin yaptığı revizyonlardan sonra İlluminati’nin Weishaupt’un amaçlarıyla hiçbir ilgisi kalmamıştı. Bu dönemde Bode, durumun kontrolden daha fazla çıkmasını engellemek için, Weishaupt’un örgütten uzakta kalmasını istiyordu. işin tuhaf tarafı, Weishaupt da bu duruma razı olmuş görünüyordu. SoruşturmaIarın hız kazandığı 1787 yılındaki bir yazısında gecmişteki düşüncelerinden vaz geçtiğini, artık hükümdarların ve ulusların yeryüzünden yok olacağını düşünmediğini ifade ediyordu. Ama İlluminati’nin ayakta kalması için Bode’nin yürüttüğü faaliyetler yetersiz kaldı. Ele geçirilen yazışmalardan örgütün büyük bir kan kaybına uğradığı anlaşılıyor. Nitekim bir süre sonra, Bode’nin bütün çabalarına rağmen örgüt ortalıktan silindi.
Bu esnada Bavyera’da da değişiklikler oluyordu. Karl Theodor’un ölümünden sonra iktidara geçen Max IV. Joseph’in en güvenilir bakanı eski bir İlluminati üyesi olan Freiherrn von Montgelas idi. Montgela İlluminati’ye karşı uygulanan yasaklamaları kaldırmadı ama artık örgütle ilişkisi kalmamış becerikli eski üyelere görev vermekten de kaçınmadı. Bu dönemde Bavyera’da önemli idari reformlar yapılacaktı.
Montgela, Weishaupt’a karşı takınılan düşmanca tavrı sona erdirdi ama onun geri dönmesine
de izin vermedi. Bu durumu anlayışla karşılamış görünen Weishaupt, kendisinin tekrar bir örgütlenmeye gideceği yolundaki her türlü rivayetten çok rahatsız oluyordu. 26 Mayıs 1799′da adli makamlara yazdığı mektupta artık İlluminati’yle hiçbir ilgisinin kalmadığını, hatta bunu gerekirse mahkeme önünde de tasdik edebileceğini söyledi.
Kurucusunun bu sözlerinin de gösterdiği gibi İlluminati artık tarihteki yerini almıştı.
Komplo Teorisyenleri ve Illuminati
İlluminati, Aydınlanmacı örgütlenmelerin arasındaki politik cemiyetlerin önde gelen örneklerinden biriydi. Iktidarı hedeflemesi, onu karşıdevrimci komplo teorisyenleri açısından en tehlikeli örgüt haline getiriyordu. İlluminati hakkında gecmişte başlayan ve günümüzde de hala devam eden kampanyanın ana nedeni budur.
İlluminati’ye karşı tepki o kadar güçlüydü ki örgütün ortadan kalkması bile bu tepkiyi sonlandırmaya yetmeyecekti. Karşıdevrimci çevreler için İlluminati’yle en ufak bir ilişki bile büyük bir tehlikeydi. Bu yüzden yönetimin en etkili bakanı olmasına rağmen Montgelas’in yaptıkları bile uzun zaman tartışıldı. Gülhaçlar’ın önde gelenlerinden Kont Johann August von Torring, Montgelas’in geçmişine işaret edereek sarayda Weishaupt’un sözlerinin prenslerden daha fazla dinlendiğini ileri sürüyordu. Aynı dönemde Bavyera’daki gelişmeleri titizlikle izleyen Viyana’ya gönderilen gizli raporlarda Montgelas’in İlluminati iiyesi olduğu hatırlatılarak hala örgütün politikalanna bağlı olduğu iddia ediliyordu.
Komplo teorisyenleri, bütün kurgularını İlluminati’nin Fransız Devrimi’ni yönettiği iddiası üzerine kurmuşlar, bu yonetme iddiasını kanıtlamak içinse hayali ilişkiler ortaya atmışlardı. Bu kurgulardan birincisi, Kont Alexander Cagliostro isminde, Masonlukla ve İlluminati’yle ilişkide olduğu iddia edilen bir kisinin 1789 yılında Engizisyon karşısında verdiği ifadelerden oluşuyordu. Asil ismi Guiseppe Balsamo olan Cagliostro gerçekte bir dolandırıcıydı. Aldığı eczacılık eğitimini simya alanındaki faaliyetleri için kullanan Cagliostro, kendisinin icat ettiği “Mısır Masonluğu” isminde gizemci oğelerle bezenmiş bir oğreti sayesinde insanları dolandırmayı meslek haline getirmiş, arada kendi kendisine bir soyluluk ünvanı vermeyi de ihmal etmemişti.
Hayatı boyunca dolandırıcılık faaliyetlerinde birçok gizli örgütle bağ kurmaya çalışan Cagliostro, ortak gizemci inanışları nedeniyle dönemin ünlü simalarından Baron Peter von Leonhardi’yle yakın olmayan bir ilişki içindeydi. Leonhardi, Knigge’yi ve İlluminati’yi tanımaktaydı. Ama gizemci akımlarla ilgilenen Leonhardi, köktenci Aydınlanmacı yapısını öğrendiğinde İlluminati ve Knigge’yle bütün ilişkisini kesmişti.
Cagliostro, yakalandıktan sonra canını kurtarmak icin verdiği ifadede Tapınak Şovalyeleri’nce yönetilen İlluminati ve Masonların Fransa ve italya’da monarşileri devirrneye karar verdiğini söylemişti.
Cagliostro’ya göre yoneticilerinden olduğu Masonlar ve İlluminati, bütün Avrupa’da, zincirleme devrimlerle Papalığı ve hanedanlıkları ortadan kaldırmayı hedefliyordu. Eğer engizisyon biraz daha zorlasaydı, Cagliostro büyük ihtimalle İlluminati’nin Isa Peygamber’in ölümünden de sorumlu olduğunu söyleyecekti. 1790 yılında Bode, Cagliostro’nun İlluminati’nin yöneticilerinden birisi olmadığını alaylı bir üslupla kaleme aldığı bir yazıyla açıkladı.
Goethe ve Schiller gibi isimlerce dolandırıcılığı tescillenen Cagliostro’nun yaptıkları kendi zamanındaki oyunlara bile konu olmuştu. Bir dolandırıcıdan başka bir şey olmayan Cagliostro’yu komplo teorisyenlerinin dışında kimseciddiye almamıştı. Devrim karşıtı çevreler canını kurtarmak isteyenCagliostro’nun sözde itiraflarının üzerine hemen atlamışlardı. 1791 yılında Papalıkça yayımlanan sözde itiraflar iki yıl içinde Almanca, Fransızca ve Lehçe’ye çevrildi.
Ikinci kurgu, illuminati’nin Weishaupt’tan sonraki yöneticilerinden Johann Joachim Christoph Bode’nin 1787 yılındaki Paris gezisi hakkındadır. Herman Ahlward, 1910 yılında yazdığı bir yazıda Bode’nin bu gezisinin Fransız Devrimi’ni İlluminati’nin gerçekleştirdiğini kanıtladığını öne sürüyordu. İlluminati ve Bode hakkındaki son bulunan belgeler bu iddiayı da çürütmektedir. Bode gerçekten de Paris’e gitmiş, ve orada çeşitli locaların toplantılarına katılmıştır. Bugün hem bu
gezi hem de sonuçlan hakkinda Bode’nin düşündükleri ve kaleme aldıklarını Tarihçi Hermann Schüttler yayımlamıştır. Bunların içinde komplo teorisyenlerini destekleyecek hiçbir şey yoktur.
Üçüncü bir iddia da Devrim’den önce Fransa’da kurulan “Les İllumies” yani “Aydınlanmışlar” ismindeki bir locayla ilgiliydi. İsim benzerliği komplo teorisyenleri için aradaki ilişkinin kanıtı sayılıyordu. Oysa bu ufak ve etkisiz locarın Aydınlanma mücadelesi yerine gizemci akımlarla ilgilenmeyi tercih ettiği bugün artık bilinmektedir. Kaldı ki Aydınlanma Çağı’nda ışık ve aydınlıkla ilgili isimlerin kullanılması çok yaygındı. Aydınlanmacılar, kendilerinin aklın ışığını, Kiliseninse karanlığı ve Ortaçağ kalıntılarını temsil ettiğini düşünüyordu.
Komplo teorisyenlerinin iddialarının tersine, İlluminati ile Masonluk arasındaki ilişkiler de son derece sorunluydu. illuminati Masonluğun türevi değildi, aksine onun eksiklikleri uzerine inşa edilmiş, politik açıdan ona rakip bir örgüttü. Illuminati’nin ve Weishaupt’un devrim ve şiddet hakkında savunduğu fikirler Fransız Devrimi’yle ilişki iddiasını da yalanlamaktadır. Kaldı ki İlluminati’nin orgütsel durumu aslında pek parlak değildi. Örgüt bir başka ülkede devrim yapmak bir yana, doğduğu topraklarda bile yaşamakta zorlanıyordu. Çıkan tartışmalar İlluminati’nin zaten kısıtlı olan gücünü iyice azaltmıştı. Bir kitle temeline sahip olmayan ve kitlelerle ilişki kurmayı küçümseyen örgüt, bir süre sonra feodal prenslerin arasındaki iktidar savaşında piyon haline gelmişti.
* Bu derlemenin hazırlanmasında Haluk HEPKON’un Komplo Teorileri Tarihi adlı eserinden yararlanılmıştır. (Kaynak Yayınları, 2. Basım, Kasım 2007, S. 71-99)
1 http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0lluminati2
2 http://www.gotquestions.org/illuminati-conspiracy.html